Salı, Ekim 20, 2009



Koza Kelebeği Bilmez


'Koza için hayatın sonu olarak görünen şeyi, ustalar kelebek olarak görür.'

- 'Kaderini ancak sen keşfedebilirsin, senin için hazırlanmış yolu ancak sen bilebilirsin. Orası kalbinin seni davet ettiği yoldur.

Nasıl ki koza kelebeği bilmez, halbuki kaderidir onun kelebek olmak. Ancak cesur olursa, cesaret ederse bir yumağın içinde sıkışmış kalmışlıktan, kabuğunu kırarak gökyüzüne, özgürlüğe kanat çırpar. İşte insanoğlunun hikâyesi de budur. Asla kaderini baştan bilmez ve eğer geçilmemiş yollardan geçmez, açılmamış kapıları açmazsa, sonunda bir anlamda açılmadan iade olacaktır. Uykulardan uyanmanın, özgürlüğe kanat çırpmanın zamanı gelmedi mi? Sözleri beni şoka sokmuştu.

Cesaretimi topladım ve sordum:

- Umarım sormamda bir sakınca yoktur, ama kimsiniz siz?

- Adım Julian Mantle ve buraya senin rehberin olarak hizmet etmeye geldim.

- Julian Mantle mı? Ferrari'sini Satan Bilge mi? Ciddi olamazsınız?

Tüm gazeteler bu mucize adamın ülkeye dönüşünü yazıyordu.

Bu kitabı çok uzun zaman önce okudum .Ama not aldığım cümleleri hala asılı durur duvarımda.İnsanın kendi yolunu bulabilmesi için bazen rehbere ihtiyacı olur.Hayat o kadar karmaşık o kadar çözülemez bir hal alır ki,çekip kurtarmak gerekir insanı bu karmaşadan ve açmak gerekir gözünü.Yarınlara olan inancının hiç bitmemesini sağlamak ,ümüdin hala var olduğunu hatırlatmak ...Bu kitap kendinize farklı yol çizmenizde ve kendinizi bulmanızda yardımcı olucaktır.Okumanızı tavsiye ederim.

Pazartesi, Ekim 19, 2009

Yeni Ay

NEW MOON-YENİ AY

FRAGMAN





Yeni ayda aşk ve gerilim biraz daha artıyor cullen ailesi bella'nın doğum gününü kutlamak istiyor ama bella ısrarla karşı çıkıyor çünkü yaşlanıyor.

Cullenların evinde doğumgünü kutlarken hediye paketinin biri bella'nın elini keser ve ailenin yeni vejeteryanı jasper dayanamıyıp saldırır.

Bunun üzerine cullen ailesi bella ve edward'ın iyiliği için forkstan ayrılmaya kara verir

Bunu kaldıramayan bella artık hayatı umursamamaya başlar..



New Moon

Perşembe, Ekim 15, 2009

Yakın Dostumdan Bana Gelen

Aşağıda paylaşacağım yazıyı bana çok sevdiğim bir dostum yazmıştı..Kırgınlıklar ,küskünlükler içindeyken,elime tutuşturmuştu küçük bir kağıtta el yazısıyla yazdığını..Okuduğumda bir kez daha anladım,dünyanın başka yerlerinde bana benzer üzüntüler duyan,sevip kaybeden ,mutluluğu başka yerlerde arayan ve bazen boşuna mücadele ettiğini bildiği halde mücadele eden insanlar var..tek ben değilim...Ve hiç birşey için geç değil...
"Kimseyi değiştiremezsin hayatta.Ve kimse içinde değişmemelisin.Kimliğini kaybettiğin an yaşamını çöpe attın demektir.İstemediğin sürece hiç birşey için ödün vermeyeceksin hayatta.Gün gelir verecek birşeyin kalmaz çünkü.Herşeyi sen istediğin için yapacaksın,başkası senden istediği için değil.Ve sen,sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaktır.Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle.Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil.Herkesin gidebileceği bir yol vardır.Sen yeterki yanında yer ayırmayı bil.Ne sen kimse için mecburi istikamettesin,ne de bir başkası senin için...Seninle gelmek isteyenleri yanına al.Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata.Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında,zorlama kendini.Hayat rahat insanlarla güzel.Ve hayat hakettiği gibi yaşandığında güzel...(4 Şubat 2009)"
alıntıdır.

Hasbahçede Sonbahar


Hasbahçede Sonbahar

"Sultan Ahmet gözlerini kapattığında isyancıların uğultusu saray duvarlarını dövüyordu. Uykuda gibiydi. Yaşananların kâbus olmasını ne kadar çok isterdi. Gözlerini ovalayıp karşısında sıra sıra dizil kavuklu adamların endişe kasınmış yüzlerine baktı. İradesini zorladı. Bitkin bedeni, çatlamış dudaklarını oynatmaktan bile acizdi. "Bitti" dedi sadece "bitti..." Beklemekten yorulmuş devletlüler, ağzından dökülen tek kelimeyi zehir gibi yudumlayıp gözyaşlarına yol verdiler. İhtilal meydan bulunca, ayaklar çoktan baş olmuş. Sadrazam'ın kanı cellâdın yüzüne sıçramış. İstanbul... Umur görmüş bu kadim şehir, sonbaharı yaşamaya durmuştu. Ne yaman acı, ne bitmek çile, ne onulmaz illetti bu. Yaseminler kurumuş, laleler çoktan boynunu bükmüştü. Hasbahçe tarumar, yürekler yangın yeriydi."


Okuduğum en güzel kitaplardan biriydi..Bir sonraki sayfayı hep merak ettim ,sıkılmadan aksine büyük bir zevkle tarihinizin bir kesimini öğrenebilceğiniz bir kitap.Zekeriya Yıldız kendisine has bir uslup ve akıcılıkla anlatmış olayları..Gerçeğe yakın tasvirlerse insanı bu dünyadan alıp uzaklara götürüyor..Bu kitabın sayfalarını çevirmeye başladığımda büyüsüne kapılıyor,bambaşka bir zamanda yaşıyormuş hissini yürekten duyuyordum.Kimi zaman Meryem oluyordum,aşık.Kimi zamansa padişah karısı..Keşke o zamanlarda yaşamış olsaydım ...

Şeytan Yemini


Şeytan Yemini

Birbirinin benzeri cinayetler işlenmektedir. Bu cinayetlerin ortak noktaları, katillerinin öldükten sonra hayata döndürülmüş ve uzun süre komada kalmış insanlar olmasıdır. Öldürülen kişiler de, onların komaya girmesine sebep olan kişilerdir. Bir tür intikam cinayetleridir bunlar. Ancak bu kişiler gerçekten katil midir? Yoksa sadece verilen emirleri uygulayan birer piyon mudurlar? Avrupa'nın birbirinden uzak kentlerinde işlenen bu cinayetler nasıl bu denli benzerlik içermektedir? Yoksa katil tek bir kişi midir? Kendini şeytanın yerine koyan, kendini şeytan sanan biri. Belki de şeytan gerçekten yeryüzüne inmiştir.

yazar:
Jean-Christophe Grange


Ben Grange ın kitaplarını okuduğumda hep aynı şeyleri söylüyorum..Grange kendisini aşmış..Dostum senin zorun ne:D ..Muhteşem bir kitap tıpkı Grange ın diğer kitaplarında olduğu gibi yatmadan önce okumanızı tavsiye ediyorum tabi eğer korkunun kendisinden hoşlanıyorsanız..

Ares'in Oğlu Kyknos



ARES'İN OĞLU KYKNOS

Kan dökmekten bıkmayan zalim Ares'in çocuklarıda tıpkı kendisi gibiydiler. Bunlardan en yamanı Kyknos idi. Bu genç haydut dağ başlarında gezer, yolları keser, önüne çıkan yolcuları soyup soğana çevirir sonra kim olursa olsun hiç acımadan vahşice öldürürdü. Vahşiliğini daha da öteye götürüp öldürdüğü insanların kafatasından babası Ares için bir mağbet yapmıştı.

Ama bir gün Kyknos, büyük kahraman Hercule ile karşılaştı. Her zaman ki gibi orman da dolaşıp kendisine soyacak bir yolcu ararken karşısına Hercule çıktı. Hercule hırsızlara ve katillere derslerini vermeyi kendine görev edinmişti, dünyayı dolaşarak bir bir insanlara zarar veren bu katilleri yakalıyordu ve Kyknos ta bunlardan biriydi.

Kyknos Hercule'ün parlak kalkanını görünce bir an evvel ona sahip olma arzusu ile kim olduğunu bilmeden ona saldırdı. İki cesur adam şiddetli bir kavgaya tutuştular, güçleri birbirine yakın olduğundan kavga uzun sürdü. İkiside yorulmak nedir bilmiyordu. Derken Hercule uzun mızrağını savurdu ve Kyknos'u tam boğazından vurdu.

Öğlunun öldüğünü öğrenen Ares çılgına dönmüştü. Hemen yer yüzüne inip çılgın gibi Hercule'ün saldırdı. Vahşi çığlıklar atarak mızrağını Hercul'e fırlattı aynı anda Athena oraya gelmiş ve mızrağın yönünü değiştirerek Hercule'e yardımcı olmuştu. Bunu üzerine Ares kılıcına sarıldı ama o daha kılıcını çıkaramadan Hercule üzerine saldırdı ve onu bacağından yaraladı. Ama o bir tanrıydı onu öldüremezdi. Bu yüzden onu yaralı haliyle bıraktı. Periler Ares'i Tedavi için tanrıların dağına götürdüler. Ama ondan önce Ares ölen oğlunu beyaz bir kuğuya çevirdi.

İnsanın yaratılışı



İNSANIN YARATILIŞI

Titan İapetos'un dört oğlu olmuştu. Bunlardan Menoitios ve Atlas; Zeus'e başkaldıran Titan'larla beraber olduklarından cezalandırılmışlardı. Menoitios hainliğinden ve ölçüsüz cüretinden dolayıErebes'e daldırılmışrı. Atlas ise dünyanın öbür ucunda ve Hesperides'lerin önünde omuzlarına gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasına çarptırılmıştı. Diğer iki kardeş Prometheus ve Epimetheus'un kaderleri daha farklı oldu. Her ikiside insanın yaratılışında önemli rol oynadılar.

Olympos tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık Prometheus'ta kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında tarafsız davranan bir Titan olduğu halde baş tanrı kendisine başkaldırmadığı, tersine saygı gösterdiği için Prometheus'u Olympos'a ölmezler arasına kabul etmişti. Fakat kendi ırkını mahveden Zeus'a karşı içinde büyük bir kin ve öfke olan Prometheus, tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın başına bela olacak bir mahluk'u, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi.

Prometheus ilk insanı çamuru göz yaşlarıyla karıştırarak yarattı.Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin kurnazlığını tavşan'ın ürkekliğini kattı. Fakat insan çıplaktı, kendisini koruyacak hiç bir şeye sahip değildi. Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu. İlk insan çiğ meyvalarla, kanlı etlerle beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı. Güneşin faydalarını bilmeden kendilerini karanlık oyuklarda saklıyorlardı. Yarattığı mahluklara acıyan Prometheus insanları daha iyi bir şekilde yaşatabilmek, vahşi hayvanlara karşı etkili silahlarla koruyabilmek, toprağı sürmeye yarayacak gerekli aletleri elde edebilmek için onlara madenleri işlemeyi ve ateşi vermeye karar verdi.

İçi baştan başa oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı olan Ferule "Şeytantersi ağacı" denilen ağaçtan bir dal koparıp Lemnos adasına gitti. Hephaistos'un (Ateş Tanrısı) alevler fışkıran ocağına yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir kıvılcım çaldı. Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu ilahi bir armağan olarak insanlara götürdü.

O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi yaşamaya başladılar. Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar, karanlık mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardı. Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini unutarak kendilerini tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti. Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye ettiği ve onları şımarttığı için Prometheus'a kızarak onu Kafkas dağlarının en yüksek tepesine gönderdi ve ateşin, sanayinin tanrısı Hephaistos'tan onu yalçın kayalara çakmasını istedi. İlahi demirci istemeyerk Zeus'un bu emirine boyun eğdi ve Prometheus'un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları sıkıca kayalara çaktı. Prometheus'un cezası bununlada kalmadı..her sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus'un ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus'un göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu. Akşama kadar yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu. Bu işkence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus'a acıdı ve onu affederek tekrar ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı.

Athena(Minerve)


ATHENA ( MİNERVE )

Bir adıda Palas olan Athena, Baş Tanrı Zeus'un çok sevdiği bir kız idi. Zeka tanrıçası Athena'nın doğumu oldukça gariptir. Annesi akıllı Metis (Hİkmet) ti. Efsaneye göre Baş Tanrı Zeus Metis'I yutmuş, yani kendi içine atmış ve onu kendisinin bir parçası yapmıştı. Akıllı ve Zeki Zeus Metis'I uzun süre kafasının içinde taşıdı. Ondan kurtulma zamanı gelip çatınca Demir ve ateş tanrısı Hephaistos'u çağırdı

"Hephaistos" dedi "Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor, artık dayanamıyorum. Alnıma hızla keskin baltanı vur. Korkma sen emrimi yerine getir, ben başıma ne geleceğinin biliyorum.

Hephaistos Baş Tanrıya karşı gelmeye cesaret edemedi ve baltasını Zeus'un alnına indirdi. O anda yarılan yerden zafer çığlıkları atan güzel bir kız çıktı ve dans etmeye başladı. Tepeden tırnağa kadar silahlı idi. Başında altın bir miğfer kıvılcımlar saçıyordu. Parlak bir zırh bütün vücudunu kaplamıştı. Elinde ise yepyeni bir mızrağı sallıyordu. Bu hali gören bütün ölmezler hayret ettiler, şaşırdılar. Güneş bile onu görüce ne yapacağını unuttu, atlarının dizginlerini çekti, arabasını göğün boşluğunda bekletti. Büyük Olympos dağı bu yeni Tanrıça'nın doğuşuile sarsıldı. Toprak'tan müthiş bir gürültü çıktı. Denizler kabarmaya dalgalar coşmaya başladı.

Zeka ve aydınlık tanrıçası olan Athena aynı zamanda savaş tanrıçasıda sayılırdı. Savaş gürültülerini ve silah seslerini uyandırmasını ve canlandırmasını da isterdi. O Yunanlılar için yenilmez bir kavgacıydı, cesareti başka hiç bir tanrı ile kıyaslanamazdı. Onun cesareti kurnazca, yiğitliği sessizce idi. O gösteriş ve yaygarayı sevmezdi.

Athena kabalık ve her türlü zulümden iğrenirdi. Temiz kalpliydi. Adaletten hoşlanırdı. İyi ve akıllı insanların yardımına koşmak adetiydi. Bir gün çok beğendiği, sevdiği cesur Tydeus çok uzun süren bir savaşta ağır yaralanmış ve yere düşmüştü. Athena Babası Zeus'a ona yardımcı olması, acıması için yalvardı. Babasından bu cesur savaşçıya ilaç götürmek onu ölümsüzler arasına katmak için izin istedi. Zeus bu istediğini kabul edince derhal yeryüzüne, savaş meydanına indi. Fakat Tydeus'in yakaladığı düşmanından korkunç bir biçimde intikam almakta olduğunu gördü. O, kendisine getirilen düşmanın kemiklerini kırıyor, kafasını eziyor, sonra bir barbar gibi kafatasının içinden çıkan beynini yiyordu. Athena bunu görünce ondan iğrendi. Yardımına koştuğu savaşçıya sırtını dönerek onu kendi kaderiyle baş başa bıraktı. Barbarca davranışıyla yardımı hak etmediğini göstermişti.

Zeka tanrıçası Athena bazen yeryüzüne iner, savaşlara katılırdı. Yunanlılar Medya'lılara karşı savaştığında küçük ordularını Athena idare etmişti. Bu yüzden bir avuç insan, barnarların çok kalabalık ordusuna karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Athena aynı zamanda şehirlerin bekçisi ve koruyucusuydu. Sevdiği şehirlerin kalelerinde, surlarında canla başla savaşırdı. Yalnız savaşları sevmezdi, barışlarıda severdi, barışın nimetlerini, medeni hayatın güzelliklerini, zafer kazanan kralların kalplerine sokardı. Bu yüzden medeniyetle ilgili herşeyin koruyucusu sayılırdı.

Simyacı



Simyacı, Brezilya'lı eski şarkı sözü yazarı Paulo Coelho'nun, yayınlandığı 1988 yılından bu yana dünyayı birbirine katan, eleştirmenler tarafından bir 'fenomen' olarak değerlendirilen üçüncü romanı. 'Simyacı', altı yılda kırk iki ülkede yedi milyondan fazla sattı. Bu, Gabriel Garcia Marquez'den bu yana görülmemiş bir olay. Yüreğinde, çocukluğunu yitirmemiş olan okurlar için bir 'klasik' kimliği kazanan 'Simyacı'yı Saint-Exupery'nin 'Küçük Prens'i ve Richard Bach'ın 'Martı Jonathan Livingston'u ile karşılaştıranlar var (Publishers Weekly) . Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir 'nasihatname': 'Yazgına nasıl egemen olacaksın, mutluluğunu nasıl kuracaksın? ' sorularına yanıt arayan bir hayat ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen romanın altı yılda, yedi milyondan fazla okur bulmasının gizi, kuşkusuz, onun bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor. 'Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken, güneşin doğuşunu seyretmek için şafak vakti uyanmaya benziyor. (Arka Kapak)

Gerçekten güzel bir kitaptı.Elimden düşmedi..Altını çizdiğim bak bu cümlede beni anlatıyor dediğim kelimelerle doluydu..Kelimeler dans etti ,şarkı söyledi bende dinledim ..Bu kitabı kalbimle okudum ..Sevdiğim bir paragrafı paylaşmak istiyorum..

"Delikanlı ,çölde yol alırken ,yüreğini dinlemeyi sürdürdü.Onun kurnazlıklarını,onun hilelerini öğrendi ve sonunda onu olduğu gibi kabul etti.Bunun üzerine korkmayı bıraktı,geri dönme isteğini geride bıraktı,çünkü bir akşam yüreği ,ona mutlu olduğunu söylemişti."Biraz şikayet edecek olursam " diyordu yüreği ,"bu yalnızca benim bir insan yüreği olmamdandır ve insanların yürekleri böyle olur"Ulaşmaya layık olmadıklarını yada ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar.Dirilmememk üzere sona ermiş aşklar ,olağanüstü olabilcek ,ama olamayan anlar,keşfedilmesi gereken ,ama sonsuza dek kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler,yürekler hemen ölürüz.Çünkü böyle bir acıyla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz."
-"Yüreğim acı çekmekten korkuyor" dedi bir gece Simyacıya aysız gökyüzüne bakarlarken.
-"Yüreğine acı korkusunun ,acının kendisinden de daha kötü bir şey olduğunu söyle.Düşelerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.Çünkü araştırmanın her anı ,Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır."...

Ve bir cümle vardı o da beni çok etkilemişti.
"Eğer birşey bir kez olmuşsa bir daha olmaz..Ama eğer birşey iki kez olmuşsa üçüncüsü mutlaka gelecektir " buna benzer bir cümleydi..

Yaşamımın her anını gözden geçirdim bu cümleyle birlikte..İnsan hata yapabilir ama derste alabilir ... farkında olmadan yargıladığımı görüyorum hata yapanları...Ama sonra kızıyorum kendıme ve soruyorum "başkalarını geçmişlerinden dolayı yargılamak sana mı düştü?" evet en güzel hatadır tekrarlanmayan ve en güzel pişmanlıktır çekilen acı.Elindekileri geri dönmeyecek üzere kaybetmekse ne yazık ki en acı yanı..

Çarşamba, Ekim 14, 2009

Mazi Yarası

/>Yönetmen
Ersin Pertan
Senaryo
Ersin Pertan
Yapım tasarım

Annie G. Pertan
Müzik
Orhan Topçuoğlu
Görüntü yönetmeni
Barış Ünal
Makyaj
Jessica Cavli
Tür:
Dram, Romantik



Aldatma, terk edilme, intikam, masumiyet, pişmanlık ve bağışlama temalarıyla örülü bir aşk hikayesi.

Altın Portakal da Büyük Yarış



17 Ekim'de sona erecek olan Antalya 46. Altın Portakal Film Festivali’nin “Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması”da birbirinden çarpıcı 16 film yarışıyor. Sinemamızın nabzını tutan yarışmanın galip veya galipleri merakla bekleniyor.
Yarışmaya bu yıl 43 Film başvurdu, 16 Film finale kaldı

Sinemacıların yoğun ilgi gösterdiği festivale bu yıl Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na 43 film başvurdu. Ön jüri değerlendirmesiyle16 film finale kaldı. Finale kalan filmler arasında ilk filmini çeken 8 yönetmen bulunuyor.

Festivalde ulusal ölçekte gerçekleştirilen kısa film yarışmasına da rekor sayıda başvuru oldu. Kısa film yarışmasına 234 film başvurdu ve festivalde tüm zamanların katılım rekoru kırıldı. Festivalde 17 tematik program başlığının altında, toplam 150 film gösteriliyor.

Festivalde yarışacak 16 film:

* Emre Şahin’in ilk filmi ‘40’
* Kutluğ Ataman’ın yönettiği ‘Aya Seyahat’
* Meriç Demiray’ın ilk filmi “Babam Büfe’
* İlksen Başarır’ın ilk filmi ‘Başka Dilde Aşk’
* Onur Ünlü’nün yönettiği ‘Beş Şehir’
* İnan Temelkuran’ın yönettiği ‘Bornova Bornova’
* Murat Saraçoğlu’nun yönettiği ‘Deli Deli Olma’
* Ümit Ünal’ın yönettiği ‘Gölgesizler’
* Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın birlikte ilk filmleri ‘İki Dil Bir Bavul’
* Yavuz Özkan’ın Yönettiği ‘İlkbahar Sonbahar’
* Mehmet Bahadırer ve Maryna Gorbach’ın birlikte yönettikleri ilk filmleri ‘Kara Köpekler Havlarken’
* Zeki Demirkubuz’un yönettiği ‘Kıskanmak’
* Reha Erdem’in yönettiği ‘Kosmos’
* Miraz Bezar’ın ilk filmi ‘Min Dit’
* Bahadır Karataş’ın ilk filmi ‘Usta’
* Mahmut Fazıl Coşkun’un ilk filmi ‘Uzak İhtimal’

Zaman yolcusunun Karısı

Zaman Yolcusunun Karısı




Yönetmen
Robert Schwentke
Senaryo
Bruce Joel Rubin
Müzik
Mychael Danna
Görüntü yönetmeni
Florian Ballhaus
Tür:
Dram, Romantik, Bilimkurgu

Yapım:
ABD 2009 107 dakika (Renkli)

Çok satan aynı adlı kitaptan uyaralanan “Zaman Yolcusunun Karısı” zamana üstün gelen bir aşkı anlatıyor.

Clare (Rachel McAdams) bütün hayatı boyunca Henry’i (Eric Bana) büyük bir aşkla sevmiştir. Clare, kaderlerinde birlikte olmalarının yazıldığına inanmaktadır, tabi ne zaman ayrılıvereceklerini de bilmez çünkü Henry bir zaman yolcusudur: Genetik bir anomali nedeniyle zaman içinde ileriye ve geriye doğru, kendi kontrolü dışında gidip gelmektedir. Henry’nin ansızın geliveren bu yolculuklarının onları ne zaman ayıracağını ve ne zaman tekrar biraraya getireceğini bilmese de, Clare, tek aşkı ile bir hayat kurabilmek için uğraşmaktan vazgeçmez.

Aşk ı anlatan filmi izlemeye kitabı okumaya asla hayır diyemem...Bakalım anlatıldığı gibi güzel mi?

Uçurtma Avcısı

blogumda okuduğum kitaplara izlediğim filmlere de yer vermeden geçmeyeceğim.
Şu anda okuduğum kitap hakkında hem tanıtım yapmak hemde yorumda bulunmak sanırım kitabı okumak isteyenler içinde faydalı olacaktır.


Emir ve Hasan, Kabil'de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk... Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir'le Hasan'ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkârının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur.

Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California'ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmen

arkasında bıraktığı Hasan'ın hatırasından kopamaz.

Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları...

Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasını yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor.

Uçurtma Avcısı'nda anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü...


Güzel bir kitap ...Okurken çok etkilendiğim yerlerde oldu ,altını çizdiğim sözcüklerde..Ama yine de bu kitapta eksik birşeyler var demeden geçemiyorum..Bazen anlatılmaması yani o kadar ayrıntılı anlatılmaması gerekli gibi gelen yerleri sayfalarca betimlemiş..Ama ben bunu yaşamak istiyorum dediğiniz yerler ise biraz üstü kapatılmış gibi geldi..kötü bir yorum değil yazdıklarım yalnızca bana göre bir kaç küçük kişisel eleştiri...
Sürükleyici ve dostluğun anlamını kavramak isteyenlerin keyifle okuyacağı bir kitap..iyi seyirler...

Antiope ne demek?

Olur da merak edenler içn yayınlamak istedim aslında bu yazıyı..Yunanca ya merakımı zaten yakın arkadaşlar bilir..Zira babaannem,halalarım ve babam yunanca konuşurlarken benim bu dile ilgisiz kalmam imkansızdı..
Ayvalık tam midilli adasının karşısında bir ada yunanlılar istedikleri zaman 1 saatte bizim topraklarımıza geçebiliyorlar..Bizim oraya gitmemiz içinse vize istiyorlar ..Bu ayrı bir konu..neyse hiç girmeyelim.Aşağıda yunan mitolojisinden kısa bir yazı ve şiir bulucaksınız ,iyi vakit geçirin:D

Antiope Kimdir?
Antiope, eski Yunan mitolojisinde Thebai kralı Nikte'nin kızıdır.

Efsaneye göre, satir kılığına giren tanrı Zeus tarafından baştan çıkarılan Antiope, babasının öfkesinden korkarak Sicilya'ya kaçtı ve sonradan ikisi de Thebai hükümdarı olan ikiz Amphion ve Zethos'u dünyaya getirdi. Usta bir müzisyen olan Amphion, lir çalarak büyülediği ağır taşlarla Thebai'nin çevresindeki suru ördü. Zethos, savaşçılığıyla ün saldı ve Thebai'nin adını aldığı Thebe'yle evlendi.

Bir Diğer Antiope Efsanesi

Göz alıcı cazibesiyle Antiope
Yüreğine yangın olur düşer Zeus’un
Bulutların üstünde yürürken delice
Şimşek gibi çakan bir düşünce
İndirir Zeus’u tanrılık tahtından
Ayinlerin ağır başlı Sytrosu
Tanrı Zeus’un yüzünde ışıldar
Fırat’ın kenarında hayallere dalan
Güzeller güzeli Antiope irkilir
Hisseder yüreğinde aşkın nefesini
Tatlı bir melodi gibi çağlayan
Fırat’ın kollarına atar kendini
Vücudu sırılsıklam ihtiras kokar
Dayanamaz Zeus ıslak ten heyecanına
Sarılır büyük bir tutkuyla
Tatlı su kokan tenine Antiope’un
Yakamozları göz kırparken Fırat’ın
Ay çekilir bulutların arasına
Yeni gün doğar aşıkların gözlerinde
Zeus’tan hatıra taşıyan Antiope
Bırakır kendini serin suların derinliğine


Zaman Fırat gibi akan bir su
Durdurulamaz bir küheylan gibi azgın
Tanrılığını hatırlayan Zeus
Çekilir sessizce göklere yine
Antiope’nin kederli yüzünde iki ben
İhanet tanrısı Zeus’tan yadigar
Tanrıçada olsa yine kadın mahkum
Sadakatsizliğin yarattığı cehennemde
Antiope gözyaşlarıyla doğrulur
Tanrı Zeus’a inat yaşar hem de
Serin nefesinde Fırat’ın
Ölümsüzleşir sonra Zeugma efsanesinde
Gökkuşağını bir gül gibi ellerinde taşıyan
Sikyon Kralı Epopeus’un yüreğinde dirilir